Avrupa Diye Bir Kıta
Var mıdır?
Üniversite
yıllarımda kütüphanede gezerken bir kitap ilişmişti gözüme: Gençlere Avrupa
Tarihi (Jacques Le Goff / L’europe racontée aux jeunes/ Yapı Kredi Yayınları).
Tarihi sevdiğimden midir yoksa Avrupa’ya olan merakımdan mıdır? Hemen alıp
okumuştum. Kitabı ilk elime aldığımda “Avrupa Tarihi hakkında fikir edinirim”
demiştim. Ancak kitap “Avrupa” hakkında bir fikir elde etmemi sağladı.
Avrupa,
ulaşılması gereken bir kızıl elma, Türkiye’de yaşayanlar için. Yıllar yılı
okullarda ve çeşitli basın organları vasıtasıyla Avrupa’nın güzellikleri
bizlere anlatıldı: Gerek kanunları bakımından gerek hayat standartları
bakımından ulaşılması gereken bir zirve olarak gösterildi. Avrupa, -Ekonomik
Krize kadar- Türk’ün gözünde bir dünya cennetiydi. Devlet de okullarda, televizyonlarda
bu dilberi ütopyalaştırarak topluma pompaladı.
Oysa bu
kitap tam tersi bir durumu anlatılıyor, hem de bir Avrupalı yazar tarafından.
Yazar bizim için mit kırıcılığı yaparak o büyük ve güzeller güzeli Avrupa’nın
hiç aklımıza gelmeyecek yönlerini sorgulayabilecek bir cesaretle yazmış
kitabını. İsabet olmuş, gerçekler Türk okuruna da ifşa edilmiş. Kitaba, “Avrupa
bir kıta mıdır?”, “Avrupa diye bir şey var mıdır?” diye başlıyor.
Coğrafyacıların kıta diye tanımladığı Asya gibi Afrika gibi Amerika gibi bir
kıta mıdır? Eğer kıtaysa yüz ölçümü bakımından eş değer olan, Avrupa gibi üç
tarafı denizlerle çevrili ve yine Avrupa gibi bir çok dilin konuşulduğu
Hindistan yarımadası neden kıta olarak sayılmıyor? Veya Avrupa’dan üç misli
daha geniş olan Brezilya neden kıta olamamıştır da, Avrupa kıta sayılmıştır?
Uçakla 3 saatte gidilebilen bir kara parçası neden kıta olsun ki (s.8)? Ki daha
uçaklar bulunmadan, demiryolları kurulmadan önce bile Avrupa’nın bir ucundan
öteki ucuna çabucak gidilebiliyordu (S.14). Avrupa’nın doğuda nerede
bittiğini ne coğrafyacılar ne de tarihçiler söyleyebiliyor açıkça: Rusya’nın
batı sınırında mı bitiyor? Yoksa Ural ve Kafkas dağlarında mı? Veya Sibirya’da
mı (S.18)? Velhasıl sınırlar muğlâk. Sanki torpilli bir coğrafya burası, hak
etmeden kıta’lığa yükseltilmiş!
Avrupa,
II. Dünya Savaşı sonrası bir daha eski günlerine gelemeyecek kadar yıprandı.
Dünyayı istimlâk edebilecek, yönetecek, yönlendirecek o büyük gücü yitip gitti.
Türkiye bunu ancak Avrupa Ekonomik krize girince hissetmeye başladı. Yazar ise
97 de dilimize çevrilen bu kitabında Avrupa’nın ABD, Japonya ya da büyük bir
güç halini alacak başka devletler kadar güçlü olabilmesini ancak birleşik bir
Avrupa’yla başarılabileceğini anlatıyor.
Kitabın
devamında Avrupa’nın suçlarına değiniyor. Haçlı Seferleri, Sömürgecilik,
Milliyetçilik vs… Bütün bu cinayetler Avrupa için kötü birer anı… Yol açtığı
sonuçların ortadan kalkmadığını ve bu cinayetlerin belleklerde yerini koruması
gerektiğini anlatıyor. Çünkü belleksiz bir Avrupa, bu suçları geri getirecektir.
0 yorum:
Yorum Gönder